Enkaz

6 Şubat sabahından bu yana, distopik film senaryolarını bile aratmayacak nice korkunç olayla yüzleşiyoruz. Hem psikolojik, hem de sosyolojik açıdan hepimizi derinden sarsan ve henüz çok taze olan bu felaketin üzerine, farklı bir konuda yayınlamak üzere olduğum yazımı erteleyerek, mümkün olan tüm dikkatimle bir genel durum derlemesi yapmaya çalıştım. Neticesinde aşağıda sizinle paylaşacağım satırlar, inanın yazarken dahi hâkim olmakta güçlük çektiğim bir öfkenin kıyısından süzülerek oluştular. Neresinden tutsam elimde kalan bu 20 günlük tecrübenin neresinden başlasam karar vermek gerçekten zor..

Sanırım en doğrusu ne olduğunu anlamak ile başlamak olacak. Deprem bu coğrafyanın gerçeği, ancak dehşetle gördüm ki benim gibi çok uzak disiplinlerde tahsili olan biri kadar bile bilmiyoruz depremi. Kimsenin jeolog olmasına gerek yok, ama düzenli olarak hayatımızı tehdit eden bu olgunun nasıl ve neden olduğunu merak etmemek, merak edip araştırmamak, hakikaten öfkemin hatırı sayılır bir kısmının yakıtı oluyor. Neyse ben elimden geldiğince anlatayım: Üzerinde yaşadığımız 5.9 sekstilyon ton (5.972.000.000.000.000.000.000) ağırlığındaki gezegenin çapı yaklaşık 12.000 Km. Onu çevreleyen ve bize çok güvenliymiş gibi gelen kabuğun kalınlığıysa 30-40 Km. Aşağımızda da son derece sıcak, eriyik kaya çorbası bulunuyor. Bu çorba üzerindeki basınç ve sıcaklık gelgitleri, ipince kabuğun sürekli olarak hareket etmesine neden olan konveksiyon akımlarına neden oluyor. Bu akımlar da kıtaların hareket etmesine, birbirlerinden uzaklaşmalarına veya çarpışmalarına.. İşte bu alanlarda, belirli aralıklarla enerji salınımı üreten noktalara fay diyoruz. Ülkemizde de global hareketlerin neticesinde 2 önemli fay bulunuyor:

Mezozoik dönemin sonlarında, Hindistan yarımadası ve beraberinde Arap yarımadasının Asya’ya güney-kuzey istikametinde çarpması sonunda Tetis denizinin (bugün Akdeniz, Karadeniz, Hazar Denizi ve Aral Gölü bu denizin kalıntılarıdır) tabanını da etkileyecek şekilde Himalayalar yükselmeye başladı. Beraberinde Himalayalar’ın uzantısı olan Toroslar ve Anadolu yarımadasının geneli, yavaş yavaş yükselerek Asya –Avrupa arasında belirginleşti.  Tersiyer döneminde, (yaklaşık 2 milyon yıl önce) Türkiye arazisi bugünkü şeklini kazandı. Güneyden gelen baskı ile her geçen an yükselmeye, bir yandan da bu baskı neticesinde Asya’yı itemediğinden Batı’ya kaymaya devam etti. Günümüzde de devam eden bu yapı, özellikle Doğu Anadolu ve Kuzey Anadolu olmak üzere iki temel fay hattı meydana getirdi ve binyıllardır bu faylar düzenli olarak kırılarak enerji salıyorlar, salmaya da devam edecekler.

Bahse konu fay hatlarında deprem beklentisini ölçmenin en etkin yöntemlerinden biri sonar cihazları: Fay hatlarının iki tarafına yerleştirilen sonar cihazları, düzenli olarak birbirlerine attıkları ses dalgalarının kat ettikleri mesafeyi hassaslıkla ölçen sensörler sayesinde iki levhanın görece hareketlerini hesaplayabiliyorlar. (Güney Marmara her yıl 3 mm batıya kayıyor gibi.) Burada deprem beklentisi, bu kayma durduğunda tavan yapıyor. Çünkü bu durumda kaymayı engelleyen bir kilitlenme meydana gelmiş ve yukarıda toplam kütlesini bir çıkarım yapabilmemiz için verdiğim gezegenimizin bir bölümü, bu kilidi kırmak için her geçen gün biraz daha baskı yapıyor demektir. Bu baskıya an gelip dayanamayan kabuk kırıldığında ortaya çıkan enerji ne kadar biliyor musunuz? Maraş depremi için yaklaşık 500 Hiroşima kadar.  İnsan böylesi bir güce, bu baş döndürücü rakamların neticelerine daracık evlerinde, küçücük bünyelerinde nasıl hazırlanır? Derseniz, hazırlanır dostlarım, hazırlanır. Çok değil biraz vizyonu olsa hazırlanır… İşte asıl sorunumuz burada…

Bakın yukarıda çok kısaca açıklamaya çalıştığım hususta ihtisas yapan binlerce bilim insanı var. Bu bilimden doğan onlarca yan bilim dalı ve mühendislik ile iç içe geçmiş onlarca çalışma alanı var. Hepsi nihayetinde, optimum maliyet ile, içerisindeki her şey için öncelikle güvenlik, sonra konfor sağlamayı hedefleyen yapılar inşa edebilmek için küresel bilgi birikimini kullanan disiplinler. Nihayetinde doğru çalışan sistemlerde 9.1’lik depremlere dahi dayanan ülkeler olduğunu hepimiz biliyoruz.

Peki deprem ülkesi olan Türkiye’de bu disiplinler ile ilgilenen dünyaca ünlü bilim insanlarımız var mı? Var.

Depremle mücadele etmek için fonumuz var mı? Var.

Afet durumlarında müdahale etmek için ordumuz var mı? Var.

Bir konuda eksik kalınsa, hemen yardıma koşacak gönüllümüz var mı? Var.

200.000 gaip nereden çıktı o zaman kardeşim?

Kusura bakma ama: senden! HAARP ile Amerika yaptı diyen kardeşim, evet senden bahsediyorum, Petrol kuyusu açmak için patlattılar diyen dostum, sen de varsın. Zamanlama manidar diyenler, Suriyeliler için yapıldı diyenler… Hepimiz, siz, ben, onlar… Enkazdan kurtulan olunca Allah-u Ekber diye bağıranlar… Sonra deprem olunca yardım gönderilmesi yerine camilerden Sela okunmasına şaşıranlar… Bu ülkede Nihat Hatipoğlu gibi bir din tüccarına bile “Artık bilimin yolunu izleyin” dedirtecek kadar zıvanadan çıkanlar.

Tamam yapıldı bir hata, binlerce insanın canıyla ödendi. Şimdi ne yapıyoruz? Hemen, ama hemen yeniden şehir inşa ediyoruz. Bunu açıklayanları destekliyoruz. Planlama? Gerek yok. Kültür, tarihi doku, doğa? Önemli değil. Seçim var. Yardımlar Ahbap’a mı yapılsın, Kızılay’a mı? Cumhurbaşkanı konuşmasında kaşlarını mı çatmış, İBB başkanı olay yerine mi gitmiş, tribünden tezahürat mı yapılmış…

Gündemimiz midemi bulandırıyor. Ülke kocaman bir garsoniyer gibi, kimse 10 yıl sonrası için plan yapmıyor, alternatif medyada bile sadece trendtopic olan gündem var. Bir tane planlama teşkilatı yok 80 milyon insanın.

Yeni bir hükümet geldi diyelim, deprem birincil önceliği oldu, gerçekten ulusal seferberlik ile tüm riskli şehirlerimizi yeniledik. Kaç dönem iktidar kalır sizce bunun gazıyla? Ekonomimizi 6 yıl iyiye götüren, bunun dışında istisnasız her alanda hepimizi batıran bir iktidarla 20 yıldır uğraşıyoruz. Bence bu deprem işini çözen iktidar da bir 30 yıl kalır. Türkiye dünyanın çöplüğü oldu peki o ne olacak? Eğitimde her geçen yıl geriliyoruz, akraba evliliği aldı başını gitti, ülkece marka değeri olan beş kalem ürünümüz yok, uzay ajansımızın web sitesinde cami fotoğrafı var, paramız pul oldu, silahlanma giderek artıyor, batıl inanç, astroloji, yogilik, komplo teorisyenliği çığ gibi büyüyor… 9.1’lik depremde tek binası yıkılmayan Japonya’da kişi başına düşen kitap sayısı yılda 25, Fransa’da 7, Türkiye’de ise yılda 12 bin 89 kişiye 1 kitap düşüyor. Yüksek öğrenim görenlerin oranı 1965’e göre 14 kat arttı ama Yüksek öğrenim mezunlarının kitap okuma oranı 1965’in de altında…

Deprem geçer, yaralar sarılır. Meteor çarpar düzelir. Salgın olur biter. Çaresini bulamadığımız tek şey cehalet..

O kadar yardım yaptık hepimiz.

Bölgeye bir tane kitap gönderen oldu mu?

Yorum bırakın