“Hayat geriye bakarak anlaşılır, ileriye bakarak yaşanır…”

Bilinen 70binin üzerinde ölü.. Yüzbinlerce yaralı.. Yerle bir olan şehirler.. Kararan kalpler.. Unutulan insanlık.. 208 ülkeden sadece 2 tanesinin giriştiği mücadelenin 8. ayı geride kalırken manzara bu.. Bunun yanında etrafımızda her gün onlarca başka olay cereyan ediyor. Son yıllarda her yerde lokal savaş tamtamları çalıyor, ancak her birinin özüne inildiğinde durum o kadar grift ki, her gün küresel bir felakete sürüklenmemiz işten bile değil. Peki ne oldu da 21. Yüzyılda yaklaşan dünya savaşını konuşur olduk? Avrupa’nın ortasında yerlerde yatan cansız bedenleri, Suriye’nin dümdüz oluşunu, sınırlara örülen devasa duvarları, kanlar içinde insanları, yıkılmış binaları görür olduk? Bunu anlamak için gelin, birlikte daha önce ne olmuştu onu konuşalım.
Siyaset Bilimi’nde ekopolitik diye bir okuma biçimi var. Siyasi görünen hamlelerin, demeçlerin ve olayların arkasındaki para motivasyonunu bularak değerlendirmeyi bu yönde sunuyor. Rusya – Ukrayna arasında 20 Şubat 2022’den bu güne devam eden olayları ele almadan önce müsadenizle para olgusunu ve uluslararası ilişkileri nasıl etkilediğini kısaca açıklamak istiyorum.
Sizden kolunuzdaki saati bana vermenizi istiyorum. Karşılığında da bir miktar kağıt parçası uzatıyorum. Bu teklifimi kabul eder miydiniz? Eğer benden alacağınız kağıt parçalarının genel geçer bir değeri olduğuna inanıyorsanız ve bu değer saatinizin kafanızda belirlediğiniz değerine eşit veya üzerindeyse teklifimi kabul etme ihtimaliniz yüksek. Yani o kağıtlara güvenmeniz, para sisteminin işleyebilmesinin birinci koşulu. Ülkelerin iç piyasalarında kullanılan para sistemi, arkasındaki devletin garantörlüğü ve güvenilirliği ile çalışır. Ancak uluslararası ilişkiler ortamı doğası gereği kaotiktir ve bu kaotiklikte paranın arkasındaki güveni kimin temin edeceği belirsizdir. Bu nedenle paranın garantörünün kim olacağı sorusu ekopolitiğin en büyük motivasyonunu oluşturur. Tüm uluslararası ticaretinizi Burkina Faso Frangı ile gerçekleştirir miydiniz? Arkasında güven barındırmayan hiç bir kağıt parçası (söz konusu ticaret alanında) para olamaz. Mahalle bakkalına vermeniz ve karşılığında ekmek almanız üzere size vereceğim arkasında imzam olan bir kağıt da söz konusu ticaret alanında para olarak geçecektir, çünkü bakkal benim sözüme güvenir, ancak aynı yöntem bir avmde işe yaramayacaktır. Para sisteminin bu temel dinamiği, tarih boyunca dünyayı gerçekten kimin yöneteceği sorusunun da en net cevabı olmuştur: Paranın arkasındaki güveni kim sağlayabilecek kadar istikrarlı, güçlü ve güvenilirse, dünyayı da o yönetir. Dönelim savaşlara:
1. Dünya Savaşı sömürge paylaşımı nedeniyle başlamadı. Yüzyıllardır dünya ticaretinin arkasındaki paranın güvencesi olan İngiltere’nin, güvenilirliğini yitirmeye başlaması ve yeni çağın ticaretinin kimin güvencesi ile gerçekleştirileceğinin kararlaştırılması uğruna yapıldı. Sonucunda kazanan çıkmadı. Kazanmış gibi görünen İtilaf devletleri o kadar çok iş gücü, toprak ve politik güç kaybettiler ki, ellerinde kalan tek şey – kaybedenlerin başına geldiği gibi – parçalanmamak oldu diyebiliriz. Bu kararsızlık atmosferi, okumayı bilen beyinler için bu savaşın burada bitmediğinin en net göstergesiydi. Tabiri caizse dünyanın tahtı boş kalınca, ülkeler biraz nefeslenir nefeslenmez yeniden bir savaşa tutunacakları belliydi. O dönemde Mustafa Kemal gibi liderlerin, savaşı 6 yıl öncesinden öngörebilmelerinin altında bu gerçeği bilmeleri yatıyordu.
2. Dünya Savaşı’na geldiğimizde ise savaşın kesin ve net tek bir galibi, bir de arka planda savaşın gerçek kahramanı vardı. Galip Amerika, Kahraman Rusya… Amerika Birleşik Devletleri başkanı Roosevelt bu kesin galibiyetinin akabinde, Bretton Woods kasabasında dünya liderleri ile bir araya gelerek (44 Doğu bloğu ülkesi haricinde) tüm ülkelerin uluslararası ticarette para birimlerini dolara endekslemelerini, ABD dolarının ise ABD Merkez Bankası FED’in kasasındaki altınlara endekslenmesini karara bağladı. Yeni dünya düzeninde, paranın arkasındaki güven ABD olacaktı. Ancak bu durumun tezatında 2. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın mağlubiyetinin başat aktörü -20 milyon zaiyatı ile tüm savaşta ölenlerin 3’te birini vermis olan – Rusya’nın paranın arkasındaki güç olmayı hak ettiği düşüncesi vardı. Ruslar bu ABD hegemonyasındaki küresel piyasa fikrinden hiç hazetmediler ve bu durum peşinden Soğuk Savaş’ı getirdi. (Kapitalizm, Komünizm kavgası işin perdesi, arka planda asıl hedef paranın arkasındaki isim olmaktı.)
Derken SSCB dağıldı, AB, Çin gibi yeni “ağabey” adayları türedi, Rusya yeniden toparlandı ve günümüzde ABD’nin eski güven temin edici imajı geçerliliğini yitirmeye başladı. İşte tam bu anda, – özellikle de bilinen petrol rezervlerinin hızla tükendiği ve alternatif enerjinin her geçen gün moda olduğu – dönemde Doğu Akdeniz’de sahibi olanı dünyanın yeni patronu yapacak kadar çok miktarda doğal gaz, ham petrol, sıvılaşmış doğal gaz ve hidrokarbon rezervi bulundu. Söz konusu rezervin bulunuşu ve tam potansiyeline dair elle tutulur araştırma sonuçları 2000’li yılların sonlarına doğru ortaya çıksa da, bu konudaki ilk istihbarat raporları, 90’lı yılların sonunda hükümetlere iletilmeye başladı. (Evet 11 Eylül 2001 ve devamından bahsediyorum.) Gelelim bu dev enerji pastasının günümüzü nasıl şekillendirdiğine: Dünyada en çok doğalgazı %23.7 ile ABD üretiyor, ikinci sırada %16.6 ile Rusya geliyor. Ancak tüketimde ABD % 21.8, Rusya ise %10 paya sahip. Yani Rusya ABD’ye nazaran çok daha yüksek hacimde doğalgazı dışarıya ihrac edebiliyor. Yine aynı şekilde doğalgaz, Rusya’nın milli gelirinin büyük bir bölümünü oluşturuyor. Bu iki baş aktörün devamında İran, Çin ve Mena ülkeleri geliyor. Aşağıdaki harita doğalgaz rezervi açısından dünyanın şu anda durumunu ve Doğu Akdeniz’de ABD’nin neden bu kadar kilitlendiğini umuyorum daha anlaşılır kılacak. Bu çerçevede Akdenizdeki yeni rezervler uğruna, bir satranç tahtasında taşların hareket ettirilmesi gibi – kronolojik değil, coğrafi sıralamayla – bölgede yapılan hamleleri inceleyelim:

Bu ortamda İran ile stratejik ortaklık içerisinde bulunan Rusya, AB’nin en büyük doğalgaz sağlayıcısı – ve bu minvalde bu durumu yarın paranın arkasındaki güç olabilmek için kullanabilecek konumda yer alıyor. Buna karşın ABD, Rusya’nın elinden bu kozu alabilmek için AB’ye alternatif bir enerji arz hattı oluşturmak istiyor. Rusya’yı rezervin bulunduğu bölgeden fiziken uzaklaştırabilmek için Ruslar gibi Ortodoks olan ve yakın zamana kadar Rusya güdümünde olan Ermenileri kullanmak amacıyla, sözde Ermeni soykırımını meclisten geçirerek ülkeyi yanına çekiyor, buna karşı hamle olarak Rusya önce Gürcistan’a giriyor, – Güney Osetya Savaşı- sonrasında geçtiğimiz yıl Azerbaycan’ı destekleyerek Karabağ için Ermenistan’a verdiği desteği çekiyor, bugün Azerbaycan’a geçen bölgede Azerbaycan’dan başka askeri üssü olan tek ülke konumunda ve bu sayede Ermenistan engelini aşıyor. Bu esnada Çin de, pastadan pay alabilmek için özellikle Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne müthiş yatırımlar yapıyor. Türkiye Libya ile kıta sahanlığı anlaşması imzalıyor. İsrail kıta sahanlığından faydalandırabilmek için Birleşik Arap Emirlikleri’ne kendi ülkesinden deniz kıyısında toprak satıyor, tam olarak Akdeniz Havzasında yer alıp, ABD ile taraf olmayan ülkelerde Arap Baharı baş gösteriyor, Arap Baharı’nın en can alıcı ülkesi Suriye’de yaratılan güvenli koridorda deniz kıyısını ABD, kıyıdan uzaktaki kara parçasını Rusya alıyor, (ancak yine de Rusya için kazançlı bir durum bu, çünkü 2003 yılında düzmece bir bahaneyle Irak’a giren ABD, olası bir Rus-İran saldırısını engellemek için Irak-İran arasında başarıyla bir Kürt Devleti kurarak, Rusların bölgeye erişimini zorlaştırıyor, Suriye güvenlik koridoru sayesinde Ruslar bu engeli aşıyorlar.) Türkiye Mavi Vatan beyanını yayınlıyor, Yunanistan anlaşmalarca silahsız olması gereken 12 adayı silahlandırıyor, derken Rusya aniden Kırım’ı ilhak ediyor…
Ortamı tarif ettikten sonra, işin düğüm noktasına ve olayların Kırım’ın ilhakı ile başlayan Karadeniz yüzüne geliyoruz: Dedeağaç köyü. Meriç nehrinin hemen yanında, sınırımıza 49 Km mesafede, sakin bir sahil köyü. Gerçi eskiden sakindi, artık ABD’nin Avrupa’daki en büyük askeri üssü konumunda. Bu köyün 40 deniz mili açığındaysa bir pompalama istasyonu kuruluyor. ABD’nin planı basit, paranın arkasındaki güç olarak kalabilmek ve Akdeniz’deki rezervleri Rusya, Çin veya başka bir hasmına kaptırmadan, İsrail, BAE, Suudi Arabistan, Mısır ve Yunanistan’ın da ağızlarına bal çalarak yeni silahlandırılmış olan 12 adanın -Türkiye’ye göre – arkasından geçecek boru hattıyla Dedeağaç’a taşıyıp, oradan Avrupa’ya satmak ve yukarıda bahsettiğimiz Rusya’nın AB’ye karşı kullanabileceği gaz kozunu sonlandırmak. Taa 2003’te Irak’ın işgalinden beri bu amaca hizmet eden plan neredeyse sona yaklaştığı için, artık açık açık tüm ülkelerin pervasızca kararlar aldığını görüyoruz. Bu kararlardan bir tanesi de ABD’nin Nato’yu kullanarak Ukrayna’yı Rusya’dan kopartmak istemesi. Aslında Kuzey Irak Kürt Yönetimi’ni kurarak rezervlerin kaynağına ulaşım konusunda Rusya’ya ne yaptıysa, Ukrayna’yı Nato’ya katarak Dedeağaç noktasında da aynısını yapmak istiyor: Rusya ve müttefiklerini -fiziken- mümkün olduğunca hattın uzağında tutmak.
Dedeağaç meselesi Türkiye’nin hem Kıbrıs-Güney Kıbrıs gerilimi nedeniyle, hem de topraklarından geçen boru hatlarına alternatif olmasından dolayı çıkarlarına ters düşüyor. Ayrıca bu yeni hattın istikameti, olası bir savaş senaryosunda Türkiye’nin Yunanistan ile birlikte en çok canı yanacak ülke konumunda kalmasına da neden oluyor. Geçtiğimiz yıl Dedeağaç köyünde tarihin en büyük Nato tatbikatlarından biri yapıldı. Tam Rusya Ukrayna savaşından bir iki ay önce. Söz konusu tatbikatta Nato üyesi olmasına ragmen Türkiye yer almadı. Üstelik, tatbikat senaryosu, Dedeağaç stratejik noktasının olası bir Rus saldırısında korunmasıydı ve tatbikatta kullanılan haritada Nato topraklarının içerisinde Türkiye yer almıyordu. Bu durumun gerdiği dış işlerimiz, Rusya Ukrayna geriliminde Ukrayna lehine demeçler vererek Nato ile arasını düzeltmeye çalıştı. GÜM. İran’dan gelen ve sanayimizi besleyen boru hattında arıza! meydana geldi, doğalgazımız 4 günlüğüne kesildi, sanayimiz iş bıraktı. Felç olduk.
ABD bunları yaparken Rusya da boş durmadı. Bir yandan Ukrayna sınırına asker yığarken, bir yandan da Kazakistan’da isyan körükleyip, kendi önayak olduğu isyanı bastırmak maksadıyla Kazakistan’a girdi, artık fiilen Kazak doğalgaz rezervlerini de elinde bulunduruyor. Atmosfer böyleyken, belki de dünyanın ileride – eğer bu büyük tehlikeyi barışçıl şekilde atlatabilirsek – asrın lideri olarak anacağı Angela Merkel emekli oldu. Merkel çok önemliydi çünkü bu tabloda Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmak istemediğini, bu nedenle Almanya üzerinden yeni yapılmakta olan ikinci boru hattıyla Avrupa’ya aktarılacak Rus doğalgazının arzını artırmak için Kazakistan hamlesini yaptığını görüyordu. Ve tüm Nato’nun baskılarına ragmen boru hattının inşaasını durdurmadı.
Burada çok ufak bir parantez daha açmak istiyorum: 2013 yılında Edward Snowden isimli CIA çalışanı Prism isimli dinleme programının verileri ile birlikte ABD’den kaçarak Çin’e sığındı. Veriler ortaya çıkardı ki ABD kendi müttefiki olan tüm ülkeler içerisinde sadece Angela Merkel’in telefonlarını dinliyordu. Hatta sınıflandırmada tehlikeli olarak sınıflandırmışlardı. Bu skandalın ardından Berlin’de 2014 yılında Sivil Cesaret Berlin Ödülü’nü aldı. 26 Eylül 2022’de Edward, bizzat Vladimir Putin tarafından imzalanan kararname ile Rus vatandaşı oldu ve şu an Rusya’da yaşıyor.
Merkel’in halefi Armin Laschet’in göreve gelmesinin ardından ilk icraatı boru hattı inşasını durdurmak oldu. Bu kararın hemen ardından Rusya Ukrayna’ya girdi. Rusya’nın derdi Ukrayna’yı tamamen işgal etmek veya Nato’ya girmesini engellemek olmadı hiçbir zaman. Rusya’nın derdi Kırım, Donetsk, Muripol ve Herson’u işgal ederek Dedeağaç’a 1000 Km’yi aşan bir mesafe boyunca fiziken yaklaşmaktı. -Özellikle kıtalararası füzelerin mevzileri göz önüne alındığında Ukrayna’da yer alan bir Rus üssünün faydası anlaşılabilir.- Bunu başaramaması için tüm Batı bloğu ile alenen ve üstü kapalı olarak fiilen savaş halinde şu an. Eğer istediğini elde edemezse, nükleer silaha başvuracağını da her geçen gün daha yüksek tonla beyan ediyor. Kullanıp kullanmayacağını siz değerli okuyucuların takdirine bırakıyorum, ben ne yazık ki savaş başlamadan önce savaşmaya mecbur olduğunu düşünüp beyan ettiğim Rusya’nın, şu anda en azından görece daha küçük tahribatlı nükleer füze kullanmaya mecbur olduğu kanaatindeyim. Hayatta yanılmayı daha çok arzuladığım başka bir konu olmadı.
Yazımı noktalarken, bir an durup, tüm bu vahşetin, boşa harcanan paraların, yitip giden hayatların özünde tüm insanların tüketimi için kullanılacak miktarı belli bir enerji kaynağı uğruna yapıldığını düşünmenizi rica ediyorum. Acaba insanlık olarak farklı hedeflerimiz olsa – evet sizden bahsediyorum, iktidar olmayanlardan, halklardan – karar merciindekiler de buna göre davranırlar mıydı diye düşünün. Kendi adıma, insanlık için üretip insanlık için tüketeceğimiz bir şey uğruna insanlığı yok etmek üzere oluşumuz oldukça trajik geliyor.
Son olarak bu konu üzerinde yıllardır biriktirdiğim bilgileri bir seferde tümüyle aktarmak imkan dahilinde değildi, halihazırda oldukça uzun olan bu yazıyı belki iki üç kat daha uzatmamak adına mümkün olduğunca özet olarak tutmaya gayret ettim.
Sabrınız ve ilginiz için teşekkür ederim.