Öte- Yandan

İşlerin, oluşların, duruşların ve konuşların her birinin, anlatılmaya ve dinletilmeye değer olması için aşması gereken bir eşiği vardır. Olur da bunlardan biri – veya herhangi bir durum özelinde birden fazlası – bu eşiği geçerse, gelir kapımızı çalar, kulaklarımızdan, gözlerimizden sızar, bazısı yüzümüzde bir tebessüm, belki ufkumuzda bir derinlik, kimi zaman içimizde öfke, üzüntü ve beş benzemez duyguları oluşturur. Yıllar içerisinde rüzgârla örselenen pürüzlü kayalar misali, detayları yok olur beyin kıvrımlarımızda; yontma halleri ile kabataslak hatırlarız onları. Apollo 11’in Ay’a gidişi, Soma faciası, Sertab’ın Eurovision performansı, İstanbul’un Fethi, Duran Adam, “ekmek bulamazlarsa pasta yesinler” ve daha binlercesi. Hepsinin ortak özelliği o görünmez, o zorlu eşiği geçmiş olması.

Öte yandan, tüm bu olguların, hepinizin fark edebileceği gibi – o malum eşiği geçmiş olmalarının dışında –bir de kapımızı çalmayan yanları vardır. Güzel bir akşam yemeğinin ardından çıkan bulaşık gibi, o rehavet ile kalkıp yüzleşmeyi zor bulduğumuz yanlardır bunlar. Ay’a insan yollamanın arkasındaki hırs, Soma sonrasında yaşanan ve unutulanlar, Eurovision dedikoduları… Anladınız işte.

Karşınızda tüm teveccühü ile dikilen bu satırlar, kimi zaman sizden gelen, kimi zaman bu zihinden sızan düşünselleri; o malum eşiği geçme gayesini tüm serseriliği ile içine atıp – böylesinin daha havalı olduğunu düşünerek – öte yanları ile ele almaya çalışacaklar. Burada çay içilmez, kahvelerinizi ve/ya şaraplarınızı hazırlayın: haydi hep birlikte sonrasında anılarını “yok canım bu da nereden çıktı şimdi” nidaları ile aklımızdan uğurlayacağımız saatlere dalalım…

Yorum bırakın